26 Nisan 2017 Çarşamba


2017 İznik Ultra Maratonu 90K


'Passion is pushing myself when there is no one else around - just me and the road.'  
                                                                                                       Ryan Shay


22 Nisan Cumartesi sabahı, kış boyu kısa antremanlarımı yaptığım stadın önündeydim. Bu kez durum biraz daha farklıydı. Stadın etrafında koşmayacaktım. Orhangazi den İznik e koşacaktım. Geçen yıl 50K koşarak başladığım İznik Ultra macerası bu yıl 90K ile devam edecekti. Psikolojik açıdan en hazırlıksız, kafamın en dağınık olduğu yarışlardan biri olacaktı bu. Yeni bir şehre taşınmıştım, yeni görevim oldukça yoğundu. Yarışa kaydımı bile geç vakitte ancak gidebileceğim kesinleşince yapabilmiştim. Antremanlar mı? Hiç hazır olduğum bir yarış olmadı, fırsat buldukça dışarı çıkıp koşmaya devam ettim ve edecek gibi de görünüyorum. Hal böyleyken yarışı ancak yola çıktığımda düşünmeye başladım. 90 km demek kolaydı, fakat koşarken pek bu sayıyı düşünmemek en temel kuraldı benim için. Yarışa gitme bahanesiyle evime de uğramış ve orda kalmıştım. Tuhaf olan 90K koşacak olmama rağmen her yerin, özellikle başlangıç noktasının bana fazla tanıdık olmasıydı. Yine bir antreman koşusuna veya bir bisiklet turuna çıkacakmışım gibi bir hava vardı üzerimde. Böyle durumu hafife alan düşünceler uzun yarışlarda tehlikeli şeylerdi. Zaman ve koşullar siz farkında olmadan size haddinizi bildirmeye hazırdı daima.

İznik Ultra 90K parkur

İznik Ultra 90K eğim 
Yarışa anne ve babamla gittim. Evet bir ilkokul çocuğunu okula uğurlayan veliler gibi, onlar da beni yarışa uğurluyorlardı. Aslında durumu hiç onaylamamalarına rağmen yarışlar birbirini takip ettikçe sıradanlaşmaya başlamıştı faaliyetlerim. Onlar da durumdan bol fotoğraf çekilerek yaralanma yolunu seçmişlerdi. Beslenme çantası sırtında bir ultramaraton koşucusu hemen alttaki fotoğrafta!


Start verildikten sonra kendimce bir tempo ile koşturmaya başladım. Sıradan bir antreman temposu olsa da bu yarış için hızlı sayılabilirdi. Ön grupla göz temasını kaybetmeyerek peşlerine takıldım. Bisikletim ile uzun turlara çıktığım göl yolunda ilerliyorduk. Çevre yine tanıdıktı, fark yarışta olmamdı. Hava güneşliydi. Yağmurlu olabileceği söylenmişti oysa. İnce giyindiğime o an sevindim, güneş epey yakıyordu. Asfalttan koşumuz devam ediyordu, henüz patikalara dağlara taşlara ulaşmamıştık. Sessiz bir sabırsızlık havası seziyordum. Ne zaman patikalar başlayacak? Cevabın biraz sonra göl kenarında beni beklediğini biliyordum.

aksiyonfotograflari.com

Göl kenarındaki koşu sonrasında bir miktar daha asfalttan koşup Gölyaka köyünün içinden geçtik. Sonra zeytinliklere doğru dalıp toprak yolda, eğimi pek olmayan bölgede koşmaya başladık. Bu kısımlara çok aşina değildim. Hemen solumda göl, aralarda zaman zaman görünen balıkçı barınakları ve zeytinlikler arasında koşuyorduk. Sölöz Burnu buralar olmalı diye düşündüm. Zeytinlikler içinde bazı kısımlar çamurluydu. Buralarda yavaşlamak zorunda kalıyordum. Bu kısımda bir dere geçişi de bizi bekliyordu. Dereyi gördüm ve ayakkabılarını çıkarıp geçişe hazırlananlara aldırmadan atlayıverdim. Yoluma devam ettiğimde önümde iki kişi ile birlikte ilerliyorduk. İlerleyen zamanda bir istasyonda çoraplarımı değiştirmeyi planlayarak devam ettim. Sölöz istasyonuna ikinci sırada girdim, bir şeyler atıştırıp yoluma devam ettim. İyi gittiğini düşünemeyeceğim kadar erken bir noktadaydım. Zamanla mesafe beni alt edecekti. Sölöz sonrası tırmanışlar ile ormanların içine daldık. Keyfili yollarda ağaçların arasında epey koşabildim. Bu kısımda beni zorlayan sol kaburga altıma giren ağrı oldu. İstasyonda kolayı fazla kaçırdım diye düşündüm. Zamanla da ağrı kayboldu. Epeyce tırmandıktan sonra geriye Narlıca istasyonuna doğru olan iniş kalmıştı. Bu kısımlarda kendimi iyi hissettim. İnişlerden keyif aldığımı söyleyebilirim, bu pek söylediğim bir cümle değildir. Narlıca istasyonunda Aykut Çelikbaş görevliydi. Onu gördüğümde şaşırdım, 140K da koştuğunu düşünmüştüm. Kolundaki çatlak yüzünden yarışamadığını söyledi. Onun ikram ettiği çorbayı içtim, çoraplarımı değiştirdim, ekstra bir şeyler daha atıştırıp teşekkür edip yola koyuldum. Geçen yılki 50K parkuruna başlıyordum artık.

Narlıca ya iniş öncesi
Bu kısımlar zorlayıcıydı, belki de yarışın en zorlayıcı kısmıydı. Fakat enerjim henüz yeterli oldugundan çok isyan etmeden zeytinlikler arasına daldım. İp desteği koydukları inişleri yaptım. Tarlalar arasında işaretleri takip ettim. Bu kısımdan kurtulunca tek kişilik patikalara dalacak ormanın içinde adeta kaybolacaktım. Bu kısımlar her ne kadar teknik olsa da, bu yıl yine keyifle koştum. Doğada olmak tanımına en uygun kısımlardı bana göre. Eğim zaman zaman epey dikleşip bacakları yakarak zorluyordu. Ağaçların gölgeleri altında bir yandan otları çalıları gözümden savuşturup bir yandan koşmaya devam ettim.


Müşküle ye vardığımda, bu yıl muhtemelen önümüzden giden 50K koşanların kalabalığından sonra tek tük giden bizler pek kalabalık gelmemiştik. Geçen yıl yollarda oturan teyzeler bu sene yok denecek kadar azalmıştı. Sokaklardaki çocuklara beşlik çakarak ilerledim. İstasyonda suları tazeleyip yola koyuldum. Benim için yarışın kırılma anı olacak bölüm başlamıştı. Epey bir tırmanış beni bekliyordu. Başlarda istikrarla tırmanmaya başladım, devamı gelecekti biliyordum, düşünmemeye çalışıp ilerledim. Etrafla ilgilenip çevreyi gözlemledim. Kafamı bir şekilde dağıtmalıydım. Kötü düşünceler, ne kadar kaldı, ne kadar daha tırmanış? Geçen seneden hatırladığım kesitler beni rahatsız etmeye başlamışlardı bile, karamsar bir havaya girmem için bastırıyorlardı adeta.

aksiyonfotograflari.com

Toprak yollardaki tırmanışların ardı kesilmiyordu. Bir süre sonra ufak bir iniş kısmı başlayacaktı. Ne zaman diye sabırsızlanmaya başlamıştım bile. Sonrası yine iç açıcı değildi. Orman içinde tırmanışlar vardı bu kez. Süleymaniye ye ulaşmak kolay olmayacaktı. Bir miktar koşturarak indikten sonra orman içinde tekrar tırmanmaya başladım. Yorgunluk belirtileri başlamıştı. Bir şeyler yiyip içerek kendimi biraz gazlamaya çalıştım. Yerden bir sopa alıp tek elimle tırmanışlarda destek yapmaya başladım. Tüm bunlara rağmen zihinsel süreç karanlık bir hal almaya başlamıştı. Yeni başlayan her yokuşun sonunda bir tane daha çıkıveriyordu. Bir kısımları geçen yıldan hatırlıyor, bir kısmına ise küfrediyordum. Sanki zihnimden geçen karamsarlığın etkisi ile hava da karamsar hal almıştı. Kıyafetlerim ıslaktı, sürekli terliyordum sonuçta. Ama bu kez daha farklı bir duyguydu. Üzerime bir güçsüzlük çökmeye başlamıştı. Havadan tek tük yağmur damlaları geliyordu. Üşümeye başlıyordum. Bu durum karamsarlık değildi, hava değişmeye başlamış ve ben yavaş yavaş bir hipotermi sürecine giriyordum. Rüzgarın da esmesi ile kendime geliverdim. Yağmurluğumu çıkarıp üzerime geçirdim. Önümü kapatıp koşuşturmaya başladım. Isı üretmeye ihtiyacım vardı. Ellerim üşüyordu, çantamda eldivenler vardı fakat çıkarma eforunu sergileyemedim. Yola devam ettim. Bir süre sonra inişler başladı. Bunlar Süleymaniye nin yakın oldugunun habercisiydi. Hiç durmadan koşarak istasyona girdim. Yağmur hala tek tük biçimde yağıyordu. Daha şiddetli olsa kim bilir ne hale gelirim diye düşündüm. İstasyonda çorba içtim ve atıştırmaya başladım. Yiyebildiğim kadar yiyip içtim. Derbent e, son istasyona doğru diğer bir koşucu ile yola çıktık. Birlikte olmanın da etkisi ile koşulabilir kısımlarda koştuk, Tırmanışlarda tırmandık. Amacımız saat 6 olmadan Derbent e ulaşmaktı, Böylece reflektif yelek giymemize gerek kalmayacaktı. Planlarda ulaşabilir gibi görünsek de, bu kısımda zorlayıcı bölümler de vardı. Düz yollarda bir miktar koşuşturduktan sonra orman içine bir kez daha dalıverdik.
Başlarda umutlu koşularımız, parkur kırıcı hale geldikçe yerini umutsuz düşüncelere bıraktı. Ben yetişemeyeceğimin farkındaydım. Yarışta ikinci düşüşü burada yaşadım. Parkurun da kırıcı etkisi yorgunluk ile birleşince kendimle münakaşa etmeye başladım. Tempomu iyice düşürdüm. O an koşmak için bir sebep bulmakta zorlandığım ender anlardan biriydi. Neden koştuğumu ne anlamı oldugunu düşündüm kendimce. Belli zaman kalıplarını hedeflemek, ardından bunlara ulaşamadıktan sonra bir anlamı var mıydı bu kadar koşmanın ? Peki o zaman evde oturmak aynı mutluluğu verecek miydi ? Etrafıma bakındım. Yağmur şiddetini arttırmaya başlamıştı. Neyse ki su geçirmiyordu. Hava soğuktu. Parkurda tek başımaydım. Sonra birden ne olursa olsun bu yarışı bitireceğimi düşündüm. Aslında olay diğerleri ile olan yarış değildi. Kendi iradem ile olan yarıştı. Her engelde, her başarısızlıkta, yolunda gitmeyen durumda durup bırakma sinyalini verip duran beynimin o kısmı ileydi benim meselem. Ayaklarımın ağrıdığını bahane ediyor, havanın soğuk olduğunu söylüyor, sürekli dur sinyali veriyordu. Etrafa tekrar baktım, artık müzik dinlemiyor yağmurun sesini dinliyordum. Tüm berbat hava koşullarına rağmen o an, orda tek başıma devam etmekte olmam bana keyif verdi. Bir biçimde bitecekti, neden tadını çıkarmayı denemiyordum? Sinyaller devam etti, ben dinlemedim koşmaya başladım. Ayaklarım bacaklarım çamurlara girip çıkıyor, zaman zaman sızlıyordu. Çok aldırmadım. O an orada olmanın güzelliğine övgüde bulunarak ilerledim. İnsanın doğaya karşı kendini savunmasız hissetmesi çok doğaldır. Bu his çok hoşa giden bir şey değildir. Şehir hayatında bunu olabildiğince baskılarız ve kontrol bizdeymiş hissi uyanıverir. Çok azımız bunlardan sıyrılıp tüm gerçekliği ile sıradışı zor koşullara kendini bırakmayı seçer. Bir kez kimin daha güçlü oldugunu anladığınızda, içinizde önce bir korku, sonra bir rahatlık çöker. Oyun bitmiştir. Kazanması muhtemel kişi bellidir. Ama o kadar da acımasız değildir. Size bir şans verir, bu durumdan çıkabilmeniz için bir şans. Onu kullanmak sizin iradenizdedir.

aksiyonfotograflari.com

Derbent e vardığımda fenerimi takıp yeleğimi giydim. Geceye ve yağmura hazırdım. Çorbamı içip bir şeyler atıştırdım. Yola koyuldum. Yağmur hızlanmıştı. Kalan kısım iyice çamur haline gelmişti. İstasyonda durduktan sonra ilk adımlarımda üşümeye başlamıştım. Koştukça geçti, kendi ürettiğim ısı ile idare etmeye başladım. Parkur zorlaşmıştı, fakat ben zihinsel kırılma anımı yaşamıştım bile. Yarış bitecekti, biliyordum. Şansımı en iyi biçimde kullanıyordum. Sinyaller durmamı söylüyor, geçen sene bu inişlerde yaşadığım acıları hatırlatıyordu. Şaşırtıcı biçimde iyi hissediyor ve koşarak inmeye devam ediyordum. Başlarda zorlayan çamur zamanla sıradan bir hal aldı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu. Gözlerim henüz ışığa ihtiyaç duymuyordu. Yollar aşağı doğru dik biçimde kıvrıla kıvrıla iniyordu. Yerde benden önce geçen yüzlerde kişini ayak izi vardı. Ben onlara yenisini katarak koşturmaya devam ediyordum. Fonda yağmurun yağmurluğuma temas etme sesi ile her adımımın çamurla buluşma sesi haricinde hiç bir ses yoktu. Her adımımla bitişe yaklaştığımı hissediyor daha da güçlü ilerliyordum. Bir süre sonra inişler bitti. Karanlık iyice çöktü. Tekrar asfalt yollara ulaşmıştım. Kafa fenerimi açtım ve fosforlu işaretleri kontrol ederek İznik in içine doğru ilerledim. Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Yollarda yalnızca arabalar denk geliyordu. Dışarıda adeta benden başka canlı yok gibiydi. Karanlık, bir yandan sağanak yağmur, bir yandan saatlerdir ıslak olmamın etkisi ile gelen üşüme hissi. Surlara paralel ilerlemeye başladım, sonra yönlendirme ile biraz daha şehir içi derken, bu yıl yeri değiştirilen finish i uzaktan gördüm. Görevliler de uzaktan beni görmüş olmalıydı. İstasyondan beri olan koşum son anlarına geliyordu. Bana verilen şansı kullanmıştım. Sinyal artık susmuştu, kaybettiğini anlamıştı. O an hiç 90K koşmamış gibi hissettim. Öylesine bir rahatlıkla finishten geçtim. Çini madalyamı boynuma taktılar. Bitirmiştim.


Başlarda güneş ve sıcak, ardından soğuk, yağmur ve çamur... Güçlü başlayıp yarıştan düşmek, ardından tekrar toparlanıp devam edebilmek. İznik bu yıl farklı deneyimler yaşamamı sağlamıştı. Ne koşul olursa olsun her yarışın ilk yarısı fiziksel, ikinci yarısı ise zihinsel mücadele ile geçiyordu. Dip noktalarda gezindiğim anlar olsa da, açılmaya çalışan karanlık kapıları kapatabilmiş ve kendimle olan mücadelemden galip ayrılmıştım. Yarış sonrası ilk düşüncem sıcak bir yer bulmak olmuştu. Eve ulaşıp sıcak bir duş alana kadar üşüme ve titremem tam olarak geçmedi. Hipotermi sınırlarında epey dolanmış olarak dinlenmeye çekildim. Daha uzaklara, daha yükseklere koşma planları yapmaya başlamıştım bile....

2 yorum: